Yayınlanma:09 Kasım 2022 18:30 Güncelleme:21 Kasım 2022 21:56
Simyacıların asırlar boyunca aradığı bir iksirdi ölümsüzlük. 2500 yıl boyunca yılmadan, umut ederek araştırdıkları o mutlak canlılık formu… Fakat onların en büyük korkusu olan bu kavram, gerek-siz bir savaş ve de ertelemeye çalıştıkları acizlikten ibaretti.
Çünkü onların gözünde ölüm-süz-lük, bedenin diri tutulması ve hayat fonksiyonlarının yerinde olmasıydı. Somut ve mücessem takıntıların gerçekliği ise, onları her zaman tepetaklak etmişti…
Fakat asırlar sonra bir “adam” çıkageldi. Hayalini kurduğu ve yeni baştan yarattığı farklı bir düzenle, henüz yaşarken tarihe adını yazdırmayı başarmıştı. Ve bu tarih, her geçen gün tekrarlanarak hatırlanıyordu.
Kimileri için hatırlanmak ve değer kazanmak, ölümden sonrası için geçerliydi. Mezarda geçirilen belirsiz sürenin dünya boşluğundaki zamana denk düşmesi, ölen kişinin yeniden değerlenip hatırlanmasını sağlasa da; sonrasında tekrar unutulacağı da, aşikar bir gerçekti…
Ama “O” hiçbir zaman unutulmadı. Unutulmadığı için de hatırlanmasını gerektirecek bir zaman kayması da yaşanmadı.
Yıllar geçtikçe kabrinde geçirdiği zamanı durduran, son-suz-luk ve ölüm-süz-lüğün gerçekliğini bedeniyle değil; daim olan ve olacak olan eserleriyle kanıtlayan “bir insandı “O”
Hem de bunu bir iksirle ya da ilahi güçlerle değil, fikirleriyle ve devrimleriyle sağlamıştı.
O’ndan yadigâr kalan sayı-sız eser vardı. Memleketin her bir karışı, bu toprağa temeli dikilen ağaçları, fabrikaları ve ayakları dimdik yere basan vatandaşı, O’nun eseriydi…
En büyük eseri de, “Cumhuriyet’ti”… Ve de, Söylev’i…
“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” Sözlerindeki şanlı cumhuriyetin 15.yıldönümünden yalnızca 12 gün sonra bu dünyadan göçmüş ve asırlara sığmayan iksirin çalışmalarını 57 senelik kısacık ömrüyle tescillemişti.
Böylece insanlık sözlüğündeki ölüm kavramına “-süz-lük” ekini; etten ve kemikten olan değersiz bedenlerin yaşamıyla değil, kelimeleri ve hatıralarıyla eklemişti…
O, ölümün bir hakikat ve de temsili bir eylem olduğunu biliyordu. Bu nedenle dünyada ve dünya malında gözü yoktu. O’nun gözü, memleketin kendisinde ve ümit ettiği gençlikteydi.
Ölümünden sonrası için bile “Milletim beni nereye isterse, oraya gömsün” sözleri, bizlere duyduğu son-suz güvenin bir temsiliydi.
Bu son-suz güvenin karşılığı, asla yetemeyeceğimiz ama gösterdiğimiz çabayla bu onura layık olacağımız, kutsal görevi açıklıyordu: O’nun eserlerine sahip çıkmak!
Bunu O’nsuz yapabilirdik.
Evet; O’nsuz-luk zordu; ama yaşanılmaz değildi. Çünkü O’nsuz bir hayatın devam edebileceğini, bize emanet ettiği cumhuriyet, Son-suz-luğuyla gösteriyordu…
İksirin mucidi; Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e,
Son-suz saygı ve özlemle… (193∞)