Yayınlanma:23 Haziran 2020 14:28 Güncelleme:23 Haziran 2020 14:30
ÖZET
Bilinçaltının açığa vurumu, şiddete dönüşümü. Erkeği, bu denli şiddete iten güç aslında neden kaynaklı? #erkekleryerinibilsin akımı.
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada başlatılan #erkekleryerinibilsin akımı cinsiyetçi yaklaşımları yeniden gün yüzüne çıkarmayı başarmış görünüyor. Bazı konular, başlıkla sınırlı kalmayıp derinliklerinde bizlere birtakım mesajları iletir durumdadır. Bu konu da tam olarak böyle. Bilincimiz, bilinçaltımız ve yansıyışlarının şiddet üzerinden diğer canlıya, nesneye aktarımını yeni bir ifade biçimiyle nükte ile karışık bir süre gündemde tutmayı başardık. Şiddetin, bazı durumlarda sözlü, psikolojik, cinsel, ekonomik v.s olarak karşımıza çıktığını, daima karşıya yönelik fiziksel teması gerektirmediğini göstermiş olduk.
Sosyal medyayı hakimiyete aldığı günlerde bu başlığın, bazı bireyleri ne kadar rahatsız edici kıldığını da gözlemlemiş olmak şahsım açısından üzücü bir durum. Başlığımız çerçevesinde ilerleyecek olursak erkeğin şiddeti burada sözlü, psikolojik olarak ağır basmakta ve ardından genellikle -maalesef- fiziksel şiddete dönmektedir. Dünya üzerinde cinayet suçlarının %95’ini, kurbanların ise %79’unu erkekler oluşturmaktadır.
Peki, erkeği bu denli şiddete iten güç aslında neden kaynaklı? Geçmişten bu yana, erkeğin sözde haklı(!) şiddetinin bir sebebi olarak; cinsellik çoğu rapor ve yazıda yer almaktadır. Tarih, erkeğin cinsellik ve üreme artırımı için bilinçaltınca şiddeti seçenek göstererek kullanması ve neslinin devamını getireceği düşüncesini öne sürüyor. Bu, aynı zamanda hayvanlarda görülen içgüdüsel bir durumdur. Bu durum, zihinlerde evrimin kapısını yeniden aralamaktadır. Fakat her şiddet böyle midir? Tabi ki hayır.
Şiddet, kimi zaman bireyin kendini tatmin etme çabasıdır. Bana kalırsa, bilinçaltında ki karmaşıklık ve özgüvensizlik, bireyin otokontrol sisteminin iyi çalışmaması, egonun dengeleyici gücünü yerine getirememesiyle açığa çıkar. İlkel benliğimizi oluşturan id, fren mekanizması dengeleme yapamadığı için bu kişilerde hızla açığa çıkmakta ve şiddete dönmekte. Kural ve değerleri algılayamayan üst benlik (süperego), davranışın hakimliğini ve yargılamasını yerine getiremez. Kişinin, kendini bastırdığı noktada ise bu durum tam tersiyle karşımıza çıkmaktadır. Yani birey, içe dönük; pasif ve yeri geldiğinde, travmatik bir vaka durumunu alır. Tüm bunların altında yatan, kişiliğin gelişme aşamalarında alınan hasarlar, aile içi şiddet, istismar ve çevre sebebiyle bilinçaltına itilen -duygusal- bastırmalarımızdır.
Erkek egemenliğinin, kadınlar üzerinde hakimiyetinin üstesinden gelmeye çalışmak en doğal hakkımızdır. Adil toplum inşa ederek, bu düşünce yapılarından kurtulmaya çalışmak, günümüz toplumlarının kanayan yarasıdır. Teknolojik olarak her ne kadar ilerlersek ilerleyelim, bazı düşünceler ve bireyler değişmedikçe ne yazık ki bu mümkün olamayacak.
Kadınlar olarak bu davranışlara -bazı yöre ve törelerde yoğunlukla-, maruz kalmak ve neler hissettiğini anlatmak, yalnızca sözlü olarak, kendisine davranıldığı gibi davranmak dahi bu bireyleri birkaç gün içinde rahatsız etmiştir. Çünkü insanlar, doğruları duymak ve sürekliliğini görmek istemezler. Yaptırımları sağlanmadığı sürece bizler, böyle konuları ne yazık ki yalnızca dile getirmek ve çeşitli mecralarda savunmaktan öteye geçememekteyiz. Umarım ki daha adil, eşit, cinsiyetsiz bir toplum olmak, büyük arzumuz olarak yalnızca dilimizde ve sözlerimizde kalmaz.